Önsöz: Spoiler çıkabilir. Wim Wenders'ın "Zamanın Akışında" filminin üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Film güzel, hava sıcak, yol iyi. Bir defterin çizgileri üzerindeki harfleri yarışan motorlar olarak tahayyül ettiniz mi hiç? Hayatınızda yaşından bağımsız böyle bir düş dünyasına sahip tanıdığınız oldu mu? Olmadıysa hayal kırıklığına hiç gerek yok. Sanat ve özelde sinema bunun için var. Görme sanatını saflıklarla buluşturarak elde edilen yumuşak başlılık… Zamanın akışında işte böyle bir masumiyet çizgisinde. Ama bu masumiyeti sentimental bir aktarımla izlemiyoruz. Wim Wenders bu konuda oldukça başarılı. Ayrıca bu konuyla ilgili bir şairin şu dizeleri geliyor aklıma: "Dünyaya bir kez bakarız, çocuklukta. Geri kalanı hatıradır. Ve en nihayetinde hatıralar daha sonra dünyayı algılama biçimimizi belirler."
Film, yolun akışı boyunca değişen benlikleri ve dönemin sinema endüstrisinin vehametini konu alıyor. Teknik anlamda hikayelerin akışını iyileştirmekle uğraşan ancak kişisel hayat hikâyeleriyle ilgilenmeyen sinema makinisti Bruno’nun yolculuğunu izliyoruz. Yol filmleri genelde rastlanılan olaylarla birlikte zihin dünyasının belirleyiciliğinde büyük rol oynar. Bu rastlantısal olaylar her zaman her kişinin yaşam öyküsüyle doğrudan ilişkili olmak zorunda değildir. Zihin harekete tabi olur ve artık değişim kaçınılmazdır. Bruno, tesadüfi bir şekilde tanıştığı Robert ile yolculuğunu sürdürür, kuytu köşedeki kasaba sinemalarına giderek bozuk sinema makinelerini tamir eder ve biz bu süreçte sinemanın içerisinde bulunduğu duruma şahitlik ederiz. Gösterimlerde film sahneleri arasına sıkıştırılmış aynı sahnelerin tekrarlandığı erotik filmler vardır. Dünya ve ülke gündemi de gazete haberlerinden gördüğümüz kadarıyla pek de iç açıcı değildir. Tüm bunlara rağmen Robert ve Bruno aralarında gizli bir anlaşma yapar gibi özel hayatlarında birtakım yüzleşmeleri gerçekleştirirler. Yalnızlığın ve toplumsallaşmanın aralarındaki dengeyi düşünürken bu iki karakterin öyküsü bize Yahya Kemal’in şu dizelerini anımsatıyor: "Ülfet belalı şey fakat uzlet sıkıntılı. Bilmem nasıl geçirmeliyim şu son on beş yılı." Aşama aşama gerçekleşmesi mümkün olan nihayet için yüzleşme olmazsa olmazdır. Bu filmde de Robert’in babasıyla, Bruno’nun ise çocukluğunu geçirdiği eve uğraması mekanik öykü sunumu anlayışından sıyrılarak daha insani bir boyuta geçer. Ayrıca sinemanın içler acısı durumuna rağmen farkındalığa sahip sinema sahiplerini de görürüz. Wenders bizi neyse ki hüzünlü bir noktada bırakmıyor.
Not: Filmi grup vakitlerine yakın saatlerde izlemenizi tavsiye ederim. Zira film izleyicide motorları maviliklere sürme fitilini ateşlendiriyor.
Film, yolun akışı boyunca değişen benlikleri ve dönemin sinema endüstrisinin vehametini konu alıyor. Teknik anlamda hikayelerin akışını iyileştirmekle uğraşan ancak kişisel hayat hikâyeleriyle ilgilenmeyen sinema makinisti Bruno’nun yolculuğunu izliyoruz. Yol filmleri genelde rastlanılan olaylarla birlikte zihin dünyasının belirleyiciliğinde büyük rol oynar. Bu rastlantısal olaylar her zaman her kişinin yaşam öyküsüyle doğrudan ilişkili olmak zorunda değildir. Zihin harekete tabi olur ve artık değişim kaçınılmazdır. Bruno, tesadüfi bir şekilde tanıştığı Robert ile yolculuğunu sürdürür, kuytu köşedeki kasaba sinemalarına giderek bozuk sinema makinelerini tamir eder ve biz bu süreçte sinemanın içerisinde bulunduğu duruma şahitlik ederiz. Gösterimlerde film sahneleri arasına sıkıştırılmış aynı sahnelerin tekrarlandığı erotik filmler vardır. Dünya ve ülke gündemi de gazete haberlerinden gördüğümüz kadarıyla pek de iç açıcı değildir. Tüm bunlara rağmen Robert ve Bruno aralarında gizli bir anlaşma yapar gibi özel hayatlarında birtakım yüzleşmeleri gerçekleştirirler. Yalnızlığın ve toplumsallaşmanın aralarındaki dengeyi düşünürken bu iki karakterin öyküsü bize Yahya Kemal’in şu dizelerini anımsatıyor: "Ülfet belalı şey fakat uzlet sıkıntılı. Bilmem nasıl geçirmeliyim şu son on beş yılı." Aşama aşama gerçekleşmesi mümkün olan nihayet için yüzleşme olmazsa olmazdır. Bu filmde de Robert’in babasıyla, Bruno’nun ise çocukluğunu geçirdiği eve uğraması mekanik öykü sunumu anlayışından sıyrılarak daha insani bir boyuta geçer. Ayrıca sinemanın içler acısı durumuna rağmen farkındalığa sahip sinema sahiplerini de görürüz. Wenders bizi neyse ki hüzünlü bir noktada bırakmıyor.
Not: Filmi grup vakitlerine yakın saatlerde izlemenizi tavsiye ederim. Zira film izleyicide motorları maviliklere sürme fitilini ateşlendiriyor.